Aylardır, koronavirüs adı verilen bir kabus, bir ölüm meleği dünyayı kollarının arasına almış, Sanki dünya kendi yörüngesinden çıkmış ve onun çevresinde dönüyormuş gibi. Baktığınız her yerde, herkes, uzun zamandır mikroskop altında gözlerimizi rahatsız eden bu korkunç virüs hakkında konuşuyor. Bazıları komplikasyonlarını ve bazıları enfekte olmama yollarını belirler, bazıları dev laboratuvarlarda biyolojik ve kimyasal özelliklerini incelemek için yoğun bilimsel araştırmalar yapıyor ve bazıları şiddetli semptomları olan hastaların durumunu hafifletmek için yeni tedavi yöntemlerini test ediyor. Bazıları virüsün doğal seleksiyonla yarandığını, bazıları laboratuvarda biyolojik bir silah olarak geliştirildiğini , bazıları bunun jeopolitik bir oyun olduğunu ve bazıları ise genellikle, hiç var olmadığını iddia ediyor (?!).
Bazıları bir tedavi bulduklarını, bir aşı hazırladıklarını ve bazıları bunun bir halk tedavisi yöntemleri ile tedavisini belirtiyor. Hatta döneminfalcılar bile bu PR-den(piar) uzak kalmamış ve yılın hangi zamanında ve günün hangi saatinde kaybolacağını ilan ederler. Acı gerçek şu ki, 40.000'den fazla insanı öldüren ve yaklaşık 900.000 kişiyi ölümle karşı karşıya getiren amansız bir hastalık yaşam ritimimizi ve uyumumuzu bozuyor, ruhlarımızı ve varlığımızı sarsıyor ve sarsmaktadir.
Belki de, insan ırkı kuruluşundan bu yana ciddi bir şekilde böyle ağır sınava girmemiş, test edilmemiştir. Yüzyılın bu korkunç belası, farklı devletlerin ve halkların afetlere hazırlanma, daha hızlı mücadele yeteneğini, asgarı kayıpverme şansına sahip olma yeteneklerini de belirtti. Trajedinin kökeninde, dünya tıbbının yeni bir virüsün kişiden kişiye bulaştığını doğrulamak için yeterli zaman harcamayı duruyordu. Bazı ülkeler sorunun ciddiyetinin farkında değillerdir. İlk aşamada, İtalya'nın Milano kentinde, “Ben bir virüs değilim. Ben bir insanım. Ayrımcılığa son!” sloganları ile çinlilerin flaşmob yapıp insanlara meydanlarda sarılmasına ve fotoğraf çekmesine izin vermek, ortam yaratmak gibi popülist bir adım atmakla, İngiltere, "ülkedeki herkese enfekte olmalı"dır ki, insanda bağışlılık yaransın” düşüncesi ile ekselansları koronavirusa Şengen vizesi verdi. Çinliler akıllı güçleriyle (smart gücleri ile) bu belayı önleyebildiler. Hindistan polisi insanları kamçı ile evde kalmalarına çaba gösterdi. Ancak deneyimler kanıtladı ki, bu virüsun Tanrısı yoktur! Dinine, milliyetine hangi ülke uyrukluğu olmasına, hangi sınfa ait olmasına rağmen herkese “ulaşır” - İngiliz prensinden, başbakandan, Fatih Terim, Rushdi Recber gibi futbol yıldızlarından ünlü rus şarkıcı Lev Leschenko'ya kadar ulaşır, "hatta" Kremlin'in duvarlarını kırabilir. İtalya, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, İspanya ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerin koronavirüs ile çok zor bir durum yaşadıkları bir dönemde, maalesef pandemi ülkemize ulaştı. Bununla birlikte, Azerbaycan'da bu virüsle mücadele için alınan önleyici ve organize önlemleri dünya çapında olumlu olarak değerlendirilmektedir.
Her şeyden önce Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in, yeni tür koronavirüs sonucu ölenlerle ilgili Çin Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'na başsağlığı mektubu göndermesi, Dünya Sağlık Örgütüne koronavirüsle mücadele için 5 milyon dolar bağışlaması, ülkemizin küresel sorunların çözümünde dayanışma gibi insancıl bir politika sergiledi. Azerbaycan'da Coronavirüsla Mücadelede Destek Fonu'nun kurulması, ulusal birlik, kararlılık ve irade sergilemesi olayın sonuçlarını ortadan kaldırma isteğinin bir gösterimi olarak dünyaya örnek olmuştur. Çok kısa bir sürede Fona toplanan 100 milyondan fazla manat (bu son rakam değil), şüphesiz bu yönde mücadele önlemlerinin daha da güçlendirilmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Onu da vurğulamak gerekli ki, Nahçivan Özerk Cumhuriyeti Parlamentosunun ilgili emriyle Nahçıvanda da boyle bir bir fon kurulmuştur. Bugüne kadar, fona 4 milyon aktarıldı ve bu büyük ölçekte bu devam ediyor.
Azerbaycan, eğitim kurumlarının ve anaokullarının faaliyetlerini geçici olarak durduran, kara sınırlarını kapatan ve uçuş sayısını keskin bir şekilde azaltan ilk ülkelerden biriydi. 14 Mart'tan itibaren bazı önemli kararlar alındı. Azerbaycan Cumhuriyet'nde özel bir karantina rejimi açıklandı. COVID-19 enfeksiyonunun yayılmasını önlemek için ek önlemler belirlenmiş ve pandeminin ülke ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerini araştırılıp ve önlemek için bir Çalışma Ekibi oluşturulmuştur. Geçici olarak mücadeleye katılan sağlık çalışanlarının maaşları yüksedildi. On binden fazla yurttaşımızın ülkemize getirilmesini ve karantinalara yerleştirilmesini sağlamak için yaratılan ortamlar, bir kez daha devletimizin zor durumlarda yurtdışında yaşayan yurttaşlarımızın yanında olduğunu kanıtlamıştır.
Bakü'de ülkemizin birsaylı hastanesi - "Yeni Klinika" tıp kurumu, koronavirüs hastalarının tedavisi için zamanından önce hizmete açıldı. 575 yatak ve 1.500'den fazla doktor ve sağlık personeli ile bu hastane, dünyevi bir felaketin en zor döneminde ulusal sağlığımıza ve tüm halkımızın sağlığına değerli bir katkı, bir armağan sağlamıştır. Umarım, yakında bu hastanede koronavirüs enfekte olmuş hastaları tedavi etmeye gerek kalmayacak ve "Yeni Klinik" organ nakli, en zor ameliyatlar, modern teşhis ve tedavi süreçleri, modern tıpta büyük keşiflere yol açacak yeni bilimsel araştırmalar için bir adres olacak!
Bununla birlikte, ciddi önleyici tedbirler alınmış olsa da, bilinçlendirme faaliyetleri gerçekleştirilmişse de, nüfus bir bütün olarak karantina önlemlerinin farkında olsa da, sanitar- hijyenik kültürüne sahip olsa bile, maalesef sorunu hala anlamayan veya görmezden gelenler sorumluluk taşımayanlar hala da var. Büyük Mirza Calil'in bir zamanlar söylediği gibi, bir bahanelerle hocaya gitmek, köpek dövüşü yapmak, derviş masallarını dinlemek, banyolarda uyumak ve diğer önemli eylemler için şehre gidenler, tüm akrabalarını ve çevresindeki insanları tehlikeye attıklarını fark etmiyorlar. Sonuçta, birisinin evde kalmamsı, yürüyüş isteğini bastırmaması, hastanelerimizde ek gerginlik yaratabilir ve sağlık çalışanlarının çalışmalarını zorlaştırabilir. Düşünülmemüş tavrımızla, çevremizdeki tüm insanların karantinada bulunmasına neden oluyoruz, böylece onları toplumdan uzaklaştırıyoruz, aynı zamanda devletimiz için ilave bir bir endişe, sorun yaratıyoruz. Herkes, en acil durumlar haricinde, şehirde dolaşmanın, zincirleme bir reaksiyon gibi enfeksiyondan enfeksiyona ve daha sonra başkalarının enfekte etmeğe neden olduğunu ve böylece virüsün geometrik yayılmasının merkezinde olduğunu bilinçli olarak anlamalıdır. Hatta günlerce özel kıyafetler ve gözlüklerle, solunum maskeli tıbbi çalışanlarımızın, zahmetleri, acı çeken ve zatürredenboğulan hastalarımızın "Evde kalın!" harayı, tavsiyeleri de bir işe yaramıyorsa, bazıları yine alışkanlıklarından vaz geçmeyib devleti sıkı yönetim ilan etmek zorunda bırakırsa, ”böylelrine “Devlet sizi sizden fazla düşünür, dikkat ediyor, size sizden çok değer veriyor, devlete engel olmayın!” söylemek ve en ağır ceza tedbiri uygulamak gerekiyor.
Bu arada, sağlık çalışanlarımızın hayatlarını şansa bırakarak, hayatlarının tehlikeye atarak gece gündüz çalışanların, zamanımızın görünmez kahramanları-tıp işçilerinin fedakarlıkları hiçbir şeyle karşılaştırılamaz, kıyaslanamaz. Gazeteci meslektaşlarım ve polislerimiz, büyük bir anlayışla ve kültürle, insanları idari sorumluluğa, sıhhi-hijyenik ve tıbbi bilgilere sahip olmağa çağırıyor. Onlar arasında kültürlü, halkını seve seve, düşüne düşüne hitap edenleri de var, maalesef az da olsa, onlara küstahça, aşağılayıcı açıklamalar yaparak tarihte kötü anılmak isteyenler var. En üzücü olanı, gazetecilik inançlarını bir kenara bırakan bazı kötü düşünceli insanlar fırsattan faydalanarak, böyle hassas bir anda bile iftiralar kullanıyorlar.
Pandemi ile ilgili Türkiye'den dönen bir grup öğrencinin ve vatandaşlarımızın bir kısmı, tıbbi gözetim altında tutulduğu Nahçivan'daki Düzdağ Fizyoterapi Merkezi'ni -dünyanın en modern, akciğer ve enflamatuar hastalıklar için doğal şifa kaynağı olan bu merkezi bir mağara adlandırmak bunlar halka karşı, devletçiliğe karşı olanların kendinden utanç verici eylemleridir. Nahçıvan'a karşı propagandaya en uygun yanıt, etkili Türk gazeteleri “Yeşil Igdır” ve “15 Temmuz” tarafından "Nahçivan'da koronavirüsle mücadele yüksek seviyededir" başlıklı makalelerin yayınlanmasıdır. Bu makalelerde Nahcivan Özerk Cumhuriyeti'nde yeni bir tür koronavirüs enfeksiyonuna karşı alınan sistematik önlemler anlatılmaktadir.
Tabii ki, zamanla bu hastalığın üstesinden geleceğiz, zafer kazanacağız. En son koronavirüs enfeksiyonu vakası, tedavisinin keşfi günü Dünya Pandemi Günü olarak işaretlenecek ve pandemi kurbanlarına, özellikle doktorlara bir anıt dikilecektir. Ancak bugün bu ani felaket, nereden nasil saldıracağı belli olmayan "görünmez düşman" dünyayı sarstı. “Görünmez Düşman” mı, Görünmeyen Bir Felaket mi? Belki de Yaradan'ın testi, yarattığı şey için bir ceza mıdır? Son zamanlarda sosyal medyada gördüğüm bir çekimi hatırlıyorum. Bu iğrenç hastalıktan acı çekenlerin tedavisinde olduğu için günlerce ailesine özlem duyan türk doktor, çocuğunu ilk gördüğünde çocuk ona sarılmak istiyor ve enfeksiyon tehlikesi nedeniyle onu itiyor, kendinden uzaklaştırıyor. Sonra, trajediyi kaldıramayan baba dizlerinin üstüne düştü ve hünkür hünkür ağladı. Bu beni çok üzdü. İnsanın kendi yakınından, özünden, hasret çekdiyi sevdiklerinden hastalık ve ölüm tehlikesi yaratmamak için kaçınmasından, kendi sevdikleri ile "Enfekte ederim, enfekte oldum" korkusu ile yaşamaktan korkulu ne ola bilir? Ölümden de korkunç psikolojik şoklar, uzun süre unutulmaz manevi işkenceler, yaralar yaptı insanlara yüzyılımızın bu ölüm çanı...
Dünya ülkelerine ait video çekimlerinde, ölüm anında sevdiklerine, akrabalarına veda edemeyen coronavirus hastalarının, zor zamanlarında onlarla birlikte olamayanların, kalpleri gibi onlara hizmet edemeyenlerin ve istedikleri gibi gömemediklerin trajedisini hatırlıyorum. En soğukkanlı Avrupalıların bile dayanamayacağı trajik bir sahne ... Dünya adlanan bu evrenselde halkların ve ülkelerin bir birinden uzak kalmasını, ekonomik, kültürel ve entelektüel bakımdan ayrımlarını hatırlıyorum. Kıvanclı ve üzüntü gününde birbirlerine sarılmamak, çocuğunuzu tam olarak okşayamamak ve her saniye ölüm korkusu ile yaşamak. Bu yaradılanın - insan oğlunun terör, savaş, katliamlarla bir birini öldürdüğünde BÜYÜK YARATANIN en ağır cezası değil mi?!
Son gelişmelere dikkat edelim: Suriye'de Mart 2011'den itibaren silahlı terör grupları arasındaki silahlı çatışmalar sırasında meydana gelen katliamlar, yaklaşık buçuk yüzyıldır Türk tarihine kanlı harflerle yazılan PKK terör örgütü tarafından türk halkına yapılan kanlı trajediler. ABD-İran çatışmaları ... Ve son olarak, 1988'den bu yana devam eden Ermeni-Azerbaycan Dağlık Karabağ çatışması sonucunda Azerbaycan Cumhuriyeti topraklarının yüzde 20'si işgal edilmesi, 1 milyondan fazla Azerbaycanlının zoren köçürülmesi, askeri operasyonlar sırasında 20.000 kişi ölmesi vs ... Evet, insanlığın- tek bilinçli varlık olmanın taktir etmemesinin, insanların birbirlerinin kanını içmelerinin Alllah tarafından cezası bak böyle çok şiddetlidir. Siz, dünyanın fatihleri, vandalları, kana susamış zorbaları! İlahi varlığın karşısında ne kadar zayıf, fakir ve yoksul olduğunuzu fark ettiniz mi? Ne yazık ki, sizin günahınız yüzünden masum halklar ve insanlar da bu felaketin kurbanları olur.
İnsan oğlu! .. Günahlarımızdan kutrtulmak, bu beladan kurtulmak için, tek tek ülkeler ve devletler değil, Evrensel olalım, Dünya olalım. Halklar, milletler değil, insan olalım, bir olalım. El ele tutuşalım ve birbirimize sarılıp gidelim! Dünyamız ölüm tacını hak etmiyor! Bunu insanlığın sıcak nefesi ile yok edelim. Bırak dünyamız nefes alsın...
MEHRİBAN SULTAN
“Şark kapısı” gazetesinin baş editörü
Nahçıvan Özerk Cümhuriyetinin Emektar gazetecisi
Türkcəyə çevirən Qənirə ƏSGƏROVA
filologiya üzrə fəlsəfə doktoru, dosent